Varoluş ilkesi temelde ne olacağımız büyük ölçüde kendi elimizdedir, hiçbir zaman yaşadığımız koşulların kurbanı değiliz felsefesine dayanır.
Buradaki terapinin temel hedefi danışanları yaşamları üzerine düşünmeye yönlendirip, değişik alternatiflerin farkına varıp, bunlar arasından bir karar alarak uygulamaya cesaretlendirmektir. İlk hedef danışanların sorumluluklarını kabul ederek, ruhsal çatışmalardaki kendi rollerini fark etmeleri ve bu durumu değiştirecek gücün kendileri olduğunu benimsemeleridir. Danışanlar koşulların ve çevre faktörlerinin rolünü olduğu gibi kabullendiklerinde, yaşamlarını bilinçli olarak şekillendirmeye başlarlar.
Varoluşçu yaklaşım danışanların yaşamın anlam ve değerini algılama sürecidir.
Terapistin temel görevi, anlamlı bir varoluş yaratmak için seçenekleri araştırmak konusunda danışanları yüreklendirmektir. Kişi hiçbir zaman içinde bulunduğu koşulların edilgen bir kurbanı değil, her koşuldan olumlu, pozitif yaklaşımlar çıkarabilen, yaşamın kendi mimarıdır.
Bu terapi modern ve metropol yaşamının getirdiği yalnızlık, sosyal izolasyon, yabancılaşma, hayatın anlamsızlığı, tekdüze yaşam ikilemlerini çözmeye yöneliktir. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaygın uygulama bulmuştur.
Victor Frankl varoluşçu psikoterapiyi Avrupa’da ve Amerika’da yayan temel kuramcı olarak kabul edilmektedir.
Nietzsche’nin “neden yaşadığını bilen kişi her durumda hemen her şeye katlanabilir” ve “öldürmeyen her şey beni daha güçlü kılar” deyişleri Frankl’ın yaklaşımına ışık tutmaktadır.
Günümüzün çağdaş metropol insanının en büyük problemi iş ve duygusal yaşamını anlamlandıramayıp, yaşadığı anlamsızlık duygusu yani varoluşsal boşluktur. Buradaki terapi hedefi acı, sevgi, umut, ümitsizlik gibi duygusal paternlere anlam ve amaç bulmak için bireyleri cesaretlendirmektir.
İnsanoğlu sürekli olgunluk ve bağımsızlığa yönlenme isteğinde olmakla birlikte, büyüme sürecinin getirdiği sorumlulukların baskısı altında ezilmektedir. Sürekli aile, çevre ve topluma bağımlı olmanın verdiği güven ve huzurla, büyümenin verdiği acı, sorumluluk, yük ve görevler arasında bir mücadele içindedir.
İrvin Yalom, ölüm, özgürlük, varoluşçu izolasyon ve anlamsızlık kapsamındaki dört parametreyi varoluşçu psikodinamiğin kalbi olarak tanımlayarak çalışmalarını bu temele oturtmuştur.
Varoluşçu yaklaşım insan olmanın anlamı anlayışı üzerine kurulmuştur. Bireylere insanlığından ötürü duyulan saygıyı, insan davranışlarının yeni yönlerini araştırmak ve insanları farklı anlama yöntemlerini desteklemektedir. Kendini dünyadan soyutlanmış ve yalnız hisseden, bu yalnızlıktan dolayı kaygı duyan insanlar varoluşçu yaklaşımın ana hedefindedir.
1-Kişisel farkındalık kapasitesine sahip olma: İnsanlar kendi varlığının farkındalık yeteneğinde olmalarından dolayı kendilerini ifade edebilmekte ve tercihler yapabilmektedirler. Kendi kendimizin ne kadar çok farkına varır ve değerini bilirsek bireysel mutluluk ve özgürlüklerimiz artar.
Varoluşçu terapinin sürecinde danışanlar:
•Sahip oldukları kişiliklerinin başkalarının onayından çıkararak kendilerini onaylatmak için kendilerine dönmek yerine, varlıklarının onay ve kabulünü yeğ tutarlar.
•Geçmişteki kararlarından dolayı kısıtlandığı şeyleri analiz eder ve yeni kararlar alıp, uygulama yetisini kazanır.
•Yaşamlarındaki bazı olayları değiştiremeseler de bunlara bakış açısını ve tepkilerini değiştirmeyi öğrenirler.
•Geçmişteki olaylardan suçluluk duymamayı ve geleceği de suçlamamayı öğrenirler.
•Her insanın insan olmaktan dolayı değerli olduğunu öğrenir, değerli olmanın mükemmel olmakla eşdeğer olmadığını kanıksar.
•Geçmiş ve gelecekle çok fazla meşgul ve tedirgin olduğunu fark edip, bugünü yaşamaya odaklanır.
2-Özgürlük ve sorumluluk: Varoluşçu yaklaşımda kişiler seçenekler arasından kendine uygunu seçme özgürlük ve yetisine sahiptir ve kendi kaderlerini kendileri çizerler. Yaşamda hiçbir şeyin garantisi olmamakla birlikte, bulunduğumuz yaşantı ve konum seçimlerimizin bir sonucudur. Seçme özgürlüğümüz olduğu sürece sorumluluklarımızı da kabullenmek durumundayız. Kötü kader asla kabul edilemez, kişinin güvensizlik ve kişisel sorumluluklarından kaçmasıdır.
Terapist, bu konuda bireylerin özgürlüklerini nasıl sınırladıklarını gösterir ve özgürlüğü kullanma öğretisi ve cesaretini verir.
3-Kimlik bulma çabası ve diğerleriyle ilişkiler: Kişinin diğerlerinin kendilerinden bekledikleri yerine özbenlik ve varlıklarının sesine kulak verebilmeleri terapinin ana hedeflerindendir.
Yalnızlığın yaşanması da insanoğlunun gerçek ve yetilerinden biridir. Yalnızlık duygusu, onay almamız için hiç kimseye bağımlı olamayacağımızı fark ettiğimiz anda oluşmaktadır. Başkalarıyla somut ilişkiler kurmadan önce, kendi kendimizle iletişim kurmalıyız. Kendimizi, iç dünyamızı dinlemeyi öğrenmeliyiz. Gerçekten başkalarıyla birlikte olmadan önce, kendi başımıza kalabilmekten hoşlanmalıyız.
İnsanlar diğerleriyle olan ilişkilerine bağımlı olup, beğenilme, onaylanma ihtiyacı içindedirler. Yalnız başına kalmayı başarabildiğimiz ve gücümüzü içimizde hissettiğimiz ölçüde, yaşadığımız ilişkiler muhtaçlığımızdan değil, olması gerektiği içindir. Burada terapinin amacı, bağımlı ilişkilerle, her iki tarafın değer verdiği, herkesin birbirinden alacağı bir şeylerin olduğu doğal yaşamsal ilişkilerin farkını ve değerini danışana göstermektir.
Kolay çözümleri ve yanıtları reddeden varoluşçu terapistler, danışanların kendi yanıtlarını tek başlarına bularak gerçekle yüzleşmelerini hedeflerler.
4-Yaşamın anlamını bulma: İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark yaşamın bir anlamının olması ve bir amaç doğrultusunda mücadele edebilmesidir. Varoluşsal yaklaşım, danışanlara yaşamlarının anlamını sorgulamalarına yardımcı olmaktadır.
Doğruluğuna yürekten inanılmayan, geleneksel değerlerce empoze edilen değerler bireylerde sıkıntı yaratmaktadır. Bu değerlerine bağımlı olmaktan kurtuldukları anda da kendilerini boşlukta hissedip hemen yeni değerler oluşturamamaktadır. Yeni değer kaynaklarını keşfetmek üzere kendi kapasitelerini ortaya çıkarmak terapistin hedeflerindendir.
Ölüm beklentisi ve ölünce unutulma hissi birçok insanda yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığını sorgulatmaktadır. Ölüm olduğu sürece hayat anlamsızlık ifade etmektedir. Bu anlamsızlığın yaşanma noktasında, anlamlı bir yaşamın parçası olan değerleri oluşturmak varoluşçu terapinin esaslarındandır. Var olma nedeniyle duyulan suçluluk hisleri danışanların ana sorunlarındandır.
5-Kaygı: Hayatta kalma, yaşama, korunma, kendimizi savunma gibi doğal dürtülerimiz için verdiğimiz çabalar insanda kaygı doğurmaktadır. Varoluş kaygısı ise hayatta karşılaşacağımız ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtım, anlamsızlık gibi olgularla yüzleşmenin kaçınılmaz bir sonucudur. Burada normal kaygı ile nörotik kaygıyı birbirinden ayırmak gerekir. Psikolojik olarak sağlıklı olmak normal kaygının kabul edilmesi ve mücadele etmeyi gerektirir.
Varoluş kaygısı, normal kaygının yapıcı şeklidir ve gelişim için uyarıcı bir nitelik taşıyabilir.
Kaygının tümüyle engellenmesi, sürekli ve sonsuz bir güvenlik hissinin getireceği aldatıcı bir ferahlık duygusu verip, gerçekçi değildir.
Varoluşçu terapi yaşam ve ölüm, başarı ve başarısızlık, mutluluk ve hüzün, özgürlük ve sınırlama, belirginlik ve kuşku, sadakat ve ihanet gibi varoluşun zıtlıklarıyla başa çıkmayı hedeflemektedir.
6-Ölüm ve varoluşun farkında olmak: Ölüm yaşama anlam getiren insanın temel gerçeğidir. Varoluşçu yaklaşım ölüme olumsuz olarak bakmaz. Ölümden korkmak aslında yaşamdan da korkmaktır. Ölümü düşünmeden, ölümün bir son olmadığını bilerek, mümkün olduğunca bulunduğumuz anı yaşayarak yaşamı ve yaşamayı sevmeli ve bilmeliyiz.
Ölüme ilişkin farkındalığımız yaşamın ve yaratıcılığın ilham kaynağıdır.
VAROLUŞÇU TERAPİ, danışanların eyleme geçme özgürlüğü ve sorumluluğunun risklerini alma yetilerini kazandırmayı amaçlamaktadır. Danışanların özgürlüğünü engelleyen katı kural ve alışkanlıklarından kurtulma yollarının öğretisini hedefler. Temel felsefe sorumluluklarını üstlenerek, özgürlükten kaçış olmadığını vurgulamaktır. Gelişim olacaksa, özgürlüğün güzel ama korku verici tarafıyla yüzleşilmelidir.
Terapinin amacı, danışanları klasik tedavi anlayışının dışında tedavi etmek değil, ne yaptıklarının farkına varmaları ve hayatın kurbanı rolünden çıkmalarının farkındalığını öğretmektir.